Avrupa Birliği (AB) Liderler Zirvesi’nde alınan düzensiz göçmenleri geri gönderme kararları, özellikle Türkiye’yi yakından ilgilendiren önemli bir gündem maddesi oldu.

Brüksel’de yapılan zirvede, AB, yasa dışı yollardan Avrupa’ya gelen göçmenlerin geri gönderilme sürecini hızlandıracak adımlar atmayı kararlaştırdı. Bu karar, Türkiye gibi transit ve menşe ülkeleri doğrudan etkileyecek. Peki, bu kararlar insan hakları, demokrasi ve politik sonuçlar açısından ne anlama geliyor?

Göçün Araçsallaştırılması: Demokrasi ve İnsan Hakları Ekseninde Bir Tehdit

Zirvede göze çarpan bir diğer konu ise göçmenlerin siyasi amaçlarla araçsallaştırılmasına karşı alınan tavır oldu. AB, özellikle Belarus ve Rusya’yı, göçü bir tür ‘hibrit savaş’ aracı olarak kullanmakla suçlarken, Polonya’ya destek vermekten geri durmadı. Belarus, daha önce AB ile yaşadığı krizlerde sınırlarına yönlendirdiği göçmenlerle Avrupa’yı baskı altına almaya çalışmıştı. Ancak bu tür uygulamaların, AB’nin savunduğu demokrasi ve insan hakları değerlerini ne kadar yıprattığı da tartışmaya açıktır. Göçmenlerin araçsallaştırılması, onları sadece birer diplomatik koz olarak kullanmakla kalmıyor; aynı zamanda bu insanların temel haklarının ve insanlık onurunun zedelenmesine yol açıyor.

AB’nin aldığı bu kararlar, göçmenlerin sadece sınırda karşılaştıkları fiziksel engelleri değil, aynı zamanda politik manipülasyonları da engelleme amacı güdüyor. Bu noktada, Türkiye gibi göç yollarının merkezinde bulunan ülkelerin nasıl bir tutum sergileyeceği kritik bir önem taşıyor.

Türkiye ve AB Arasında Zorlu Bir Denklemin Parçası: Politik ve Ekonomik Yansımalar

Türkiye, AB ile göç anlaşmaları çerçevesinde önemli bir rol oynamakta ve düzensiz göçün engellenmesinde bir tampon bölge görevi görmektedir. Ancak son yıllarda artan göç baskısı, Türkiye’yi hem ekonomik hem de sosyal anlamda zorlamaktadır. Türkiye’de bulunan milyonlarca mülteci, hükümetin politikalarının merkezinde yer alırken, AB ile yürütülen müzakereler ve alınan kararlar bu sürecin devamlılığı açısından belirleyici olmaktadır.

AB’nin geri gönderme süreçlerini hızlandırma kararları, Türkiye’nin mülteci yükünü daha da artırabilir. Özellikle iltica talepleri reddedilenlerin geri gönderilmesi, Türkiye gibi transit ülkeleri daha fazla zorlayacaktır. Bu durum, Türkiye ile AB arasında mevcut olan mülteci mutabakatının yeniden masaya yatırılması gerekliliğini doğurabilir. Türkiye’nin bu yükü tek başına üstlenmesi beklenemez. Dolayısıyla, AB ile Türkiye arasında yapılacak yeni anlaşmaların, finansal destek ve siyasi işbirliği içerip içermeyeceği sorusu önemli bir tartışma konusu olacaktır.

Demokratik Değerler ve İnsan Hakları İkilemi

AB, sınırlarını koruma ve düzensiz göçü kontrol altına alma noktasında güçlü bir duruş sergilemekte. Ancak, bu süreçte insan haklarının ne ölçüde göz önünde bulundurulacağı, önemli bir sorunsal olarak karşımıza çıkıyor. Özellikle geri gönderme merkezlerinin AB dışındaki ülkelerde kurulması fikri, bazı liderler tarafından desteklenirken, diğerleri tarafından insan haklarına aykırı bulunuyor. Almanya Başbakanı Olaf Scholz’un bu merkezlere soğuk bakmasının ardında yatan temel neden de tam olarak bu. Göçmenlerin, AB’nin sınırlarında değil de başka ülkelerde tutulması, onların haklarının göz ardı edilmesine neden olabilir.

AB’nin geri gönderme merkezlerinin oluşturulması tartışmasında, ekonomik ve kültürel boyutlar da gündeme geliyor. Avrupa, yaşlanan nüfusu ve emeklilik sistemlerinin sürdürülebilirliği açısından göçmenlere ihtiyaç duyuyor. Ancak bu göçmenlerin AB’ye kabul edilmesiyle ilgili net politikalar geliştirilmediği sürece, toplumsal huzursuzluk ve yabancı düşmanlığı artmaya devam edecektir.

Sonuç: Türkiye ve Avrupa İlişkilerinde Yeni Bir Dönem mi?

AB’nin düzensiz göçmenlerle ilgili aldığı bu kararlar, Türkiye ile ilişkilerde yeni bir dönemi başlatabilir. Ancak bu dönemin nasıl şekilleneceği, alınacak kararların insan hakları ve demokratik değerlerle ne kadar uyumlu olacağına bağlıdır. Göçmenlerin haklarının korunması, sadece AB için değil, bu sürece dâhil olan tüm ülkeler için temel bir sorumluluktur. Göç olgusu, kısa vadeli politik çıkarlarla değil, uzun vadeli insan hakları perspektifiyle ele alınmalıdır.