Ortadoğu, karmaşık siyasal ve ekonomik ilişkilerin gölgesinde derin çelişkilerle dolu bir sahne olmaya devam ediyor. Filistin ve Lübnan’a yönelik İsrail’in askeri operasyonları, birçok Arap ülkesinde tepkiyle karşılanırken, ticaret hacimleri ve ekonomik bağların derinleşmesi bu ülkelerin söylemlerini altını boşaltıyor. Bir yanda İsrail’e sert eleştiriler yönelten liderler, diğer yanda ticari ilişkilerini sürdürerek İsrail’e dolaylı bir destek sunmakta. Örneğin, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Mısır ve Ürdün gibi ülkeler, İsrail’in Gazze saldırılarını “etnik temizlik” olarak nitelendirse de, İbrahim Anlaşmaları sonrası İsrail ile gelişen ticari bağları muhafaza etmekte ve hatta genişletmektedir.
İbrahim Anlaşmaları, yalnızca İsrail ve BAE arasındaki ekonomik ilişkileri normalleştirmekle kalmadı, aynı zamanda bu iş birliklerinin derinleşmesine de zemin hazırladı. 2023 yılında iki ülke arasındaki ticaret hacmi 2.9 milyar dolar gibi yüksek bir seviyeye ulaşırken, 2024 yılı için bu rakamın 3.3 milyar dolara çıkması bekleniyor. Bu durum, Arap liderlerinin söylemleri ve eylemleri arasındaki uçurumu daha da görünür kılıyor. Örneğin, Ürdün ve Mısır gibi ülkeler de ticari ilişkilerini yavaşlatmaktan ziyade istikrarlı bir şekilde devam ettiriyor. Hatta Ürdün, Gazze’deki olaylara rağmen İsrail ile ticaretini sadece %1 oranında azaltarak bu tutumunu koruyor. Bahreyn gibi ülkeler ise sert açıklamalar yapsalar da ekonomik ilişkileri durdurmaktan imtina ediyorlar.
Arap ülkelerinin bu çelişkili tutumu, halkın gözünde güven kaybına neden oluyor. Özellikle BAE’nin “Gazze’ye insani yardım ulaştırmak için ekonomik ilişkilerin sürdüğünü” savunması, Arap kamuoyunda inandırıcılıktan uzak kalıyor. Çoğu düşünce kuruluşu uzmanı, kamu kurumlarının İsrail ile ticari ilişkileri sürdürdüğünü, buna karşın özel sektörün itibar kaygısı sebebiyle İsrail’le ticaretten uzak durduğunu belirtiyor. 7 Ekim 2023 olayları sonrası özel sektörde İsrail ile iş yapmanın itibar kaybına yol açacağı endişesi iyice belirgin hale geldi.
Bu politikaların, bölgedeki kalıcı çözüm arayışlarına zarar verdiğini ve İsrail’in etkisini pekiştirdiğini söylemek mümkün. Arap ülkelerinin İsrail’e karşı ekonomik bağlarını koparmayıp bu bağları “bir kaldıraç olarak kullanabileceğini” öne süren Washington merkezli bazı düşünce kuruluşları, bu stratejinin etkili olmadığını vurguluyor. Aksine, bu iki yüzlü politikaların İsrail’in bölgedeki etkinliğini daha da artırdığını ifade ediyorlar.
Filistin halkı için bu durum bir yıkım niteliği taşıyor. Arap liderlerinin söylemlerinin fiili yaptırımlarla desteklenmemesi, İsrail’in Ortadoğu’daki varlığını sağlamlaştırıyor ve Filistinlilerin çözüm arayışlarını baltalıyor. İsrail’in Filistin üzerindeki askeri, siyasi ve ekonomik gücü, Arap ülkelerinin sert eleştirilerinin gölgesinde perçinlenirken, Ortadoğu’da barışa ve adalete duyulan güven de giderek azalıyor.
Bu çelişkili ve iki yüzlü tutumun sona erip eremeyeceği bir muamma. Zira, Arap ülkelerinin kendi çıkarları uğruna Filistin meselesini bir “kaldıraç” olarak kullanmaya devam etmesi, yalnızca Filistin halkının umutlarını daha da kırıyor.
Yerle bir edilen Gazze’nin enkazı altında ezilen bir halk, dirençlerini ayakta tutmaya çalışan ama açlıkla sindirilmeye zorlanan Filistinliler… Arap ülkelerinin bu çelişkili ve ikircikli politikaları, Filistin halkının adalet arayışını yalnızca sekteye uğratmakla kalmıyor, aynı zamanda Filistin davasını siyasi bir araç haline getirerek onu içi boşaltılmış bir kaldıraç işlevine indirgiyor. Bu “kaldıraç,” Arap liderleri tarafından zaman zaman İsrail üzerinde baskı aracı olarak tanımlansa da, pratikte bu kullanım stratejisinin gerçek bir politik anlamı ya da yaptırımı bulunmuyor. Aksine, İsrail ile ticari ve diplomatik bağları derinleştirerek İsrail’in bölgedeki konumunu sağlamlaştırıyor ve Ortadoğu’da neoliberal ittifaklar aracılığıyla Filistin direnişini etkisizleştiriyor. Bu bağlamda, Filistin halkının umutları, uluslararası sistemdeki çıkar odaklı iş birliklerinin kurbanı olurken, Arap ülkelerinin pragmatik yaklaşımı, İsrail’in hegemonyasını tahkim eden bir mekanizma haline geliyor. Filistin meselesi, bölgesel ittifakların ötesine geçip emperyalist dengelerde pazarlık konusu yapılırken, Filistin’in yaşadığı trajedi, bir insan hakları ve bağımsızlık sorunu olmaktan ziyade güç dengelerinin araçsallaştırdığı bir sorun olarak görünür hale geliyor. Bu tablo, Filistin halkının özlemini duyduğu kalıcı bir adalet ve bağımsızlık arayışını giderek daha da zorlaştıran bir yapı inşa ediyor.